30 Ocak 2011 Pazar

TÜRK HALKASI/OKÇU YÜZÜĞÜ/ZİHGİR

Türk kültüründe okçuluğun çok önemli bir yeri vardır. İslamiyet’in ilk yıllarından itibaren ok ve yay, diğer hiç bir silahın sahip olamadığı özel bir anlam ve önem kazanmıştır.  Ok, yay ve okçuluk üzerine 40'ın üzerinde hadis bulunmaktadır. Bu nedenle, okçuluk sünnet olarak kabul edilmiş ve ibadet niyetine yapılmaya başlanmıştır.  Hadisler, okçuluğun her açıdan, en iyi şekilde yapılması, okun en uzağa atılabilmesi için çalışılmasını ve geliştirilmesini sağlamıştır. İslam coğrafyasında okçuluk, atış tekniği ve silah olarak olağanüstü bir seviyeye erişmiş, Osmanlı İmparatorluğunda ise en üst seviyesine ulaşmıştır. Bu seviyeye ulaşmasını sağlayan unsurlardan biri de “Zihgir”dir. Zihgir, atış sırasında sağ elin baş parmağına takılan bir çeşit yüzüktür. Zihgir, parmak boğumunu yaralanmaktan korur. Zihgirsiz ok atmak, baş parmak boğumunda yarılma ve nasırlanmaya yol açar. Kemankeşler başparmağındaki Zihgir’i hiç çıkartmazlar… Zihgir, Kemankeş’in vücudunun bir parçası gibidir.
“Zih” farsça kiriş demektir, “Gir” de kiriş tutan anlamına gelir.  Yay çekerken ele, parmaklara zarar gelme ihtimali yüksektir.   Yüksek kuvvetteki yayı çekebilmemiz için zihgire ihtiyaç vardır.  Zihgir, Türklere has bir yüzüktür. Ok atışı, baş parmak zihgirin altına gelecek şekilde tutularak yapılır. Türk okçuluğunda hedef; en uzun mesafeye atabilmektir. Bunun için de yapılan özel oklar vardır. Bunlara “Menzil Okları” denir. Menzil okları, spor amaçlı oklardır. Toplam12 gram ağırlığındadır. Standart olarak yapılır ve siper denen özel bir alet vasıtasıyla atılır. Siper, okun kabza gerisine kadar çekilmesine olanak sağlar. Okların uzun mesafeye atılabilmesini sağlar. Siper de zihgir gibi Osmanlılara özgü bir spor aletidir.
Atıcının parmağına uygun zihgir yapmak ustalık ister. Zihgirin ölçüsü, parmağa rahatça girecek kadar olmalıdır. Ne dar, ne de bol... Bu nedenle her okçunun zihgiri yalnızca ona özeldir, sadece onun için yapılır. Her kemankeşe  uygun biçim ve ölçüyü bulmak zingir ustasının işidir. Zihgir yapımı ayrı bir uzmanlık konusudur. Osmanlı döneminde zihgirciler, okçu ve yaycı esnafının dışında, kendi pirleri olan bağımsız bir esnaf loncasıydılar.



Zihgir farklı maddelerden yapılabilir. Büyük baş hayvan boynuzları, kemik ve fil dişi zihgir yapımında en çok kullanılan maddelerdir.  Tarihte pirinç ve bronzdan yapılmış zihgirler olduğu da bilinmektedir.  Özellikle aristokratlar, sultan ve sadrazamlar  yeşim taşıyla süslenmiş, telkari işlemeli, elmas kakmalı mücevher zihgirler takmışlardır.  Osmanlı padişahlarının okçuluğa meraklı olduğunu yaygın olarak bilinir.  Hepsi çok iyi okçudur;   ll.Selim, kabak okçuluğunda ustadır.  ll. Mahmut, lll. Selim’in başparmaklarında seyri doyumsuz, işlemeli, güzel zihgirler olduğu da bilinmektedir ve egale edilememiş rekorlara sahiplerdir. Orta çağı kapatıp, Yeni Çağı başlatan Fatih Sultan Mehmet de iyi bir okçudur,  herkesin bildiği, dünyaca ünlü minyatüründe gülü tutan elinin başparmağında da zihgir vardır. Gül, devlet sevgisini, başparmağındaki zihgir de imparatorluğun gücünü temsil etmektedir. 



Yok olmaya yüz tutan Türk okçuluğu, bugün bir avuç insan tarafından yeniden canlandırılmaya çalışılmakta. Kimi zihgir yapımında, kimi kiriş yapımında, kimi ok ve yay yapımında, kimileri de geçmişten gelen bilgilerin derlenmesi, çevirilerin yapılması konusunda ayrıca gayret sarf etmekte. Yaygınlaşması için çalışmakta. Gençlere, Türk okçuluğunun inceliklerini karşılıksız öğretmekte.
Zihgir, süvariler için tasarlanmış çok büyük kullanım kolaylığı da sağlıyor. Örneğin, at üstünde, 80 km süratle giderken, sağa sola arkaya geriye her yöne atış yapmak gerekir.  İyi eğitim almış iyi bir sporcu,  360 derece hem sağ taraftan hem sol taraftan dönüşü sağlayarak her yöne atış yapabilir, hem sağ kolunu hem sol kolunu kullanabilir. Osmanlı yayları, Türk yayları kısa ve esnek olduğundan, at üstündeki okçuya kolaylık sağlar.  Zihgirin eli korumanın yanı sıra, önemli bir faydası daha vardır. Bu fayda Osmanlı’nın çok işine yaramıştır; at üzerinde sarsıntıda okun düşme ihtimali vardır, ama zihgirle tutulduğunda bu risk tamamen ortadan kalkar. Zihgirle, at binerken, istediğiniz tarafa dönüp ok atabilirsiniz. Ayrıca zihgir, düşme riski olmadığından, oku başparmağınızın üzerine koyup çekiş yapabilmenizi de sağlar.
Çin kaynaklarında “Onların boynuzla süslü katı yayları vardı.”  ifadesi geçer. Bu Göktürkler için söylenmektedir.  Orta Asya’dan getirilen bu gelenek,  Osmanlı’da  İstanbul Okmeydanı’na kadar yükseliş göstermiştir.Okçular Tekkesi’nin de bulunduğu Okmeydanı’nın bugünkü hale gelmesi hazindir.  Okçulukta zirveyi yakalayan atalarımızın bugün bile aşılamamış rekorlar kırmasında geliştirdikleri teknik ve zihgirin önemli yeri vardır. Fakat en temel sebebi; bunu aynı zamanda ibadet olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır. Ok atarken, gaza niyetine; “Ya Hakk” diye nara atmaları bundandır. Çünkü, yayı çeken kemankeş, fakat oku hedefine ulaştıran Allah’tır.





HAT SANATI /AŞKA GELDİK




İstanbul! Japonya’dan Amerika’ya birçok ulustan hat sanatına ilgi duyan sanatçıların ilk durağı… Kur’an’ın yazıldığı güzel şehir, hat sanatının merkezi.  Lamelif misali,  bir yanı doğuya, bir yanı batıya bakan… Bir yanı kıyam, bir yanı ruku… Hattatlar gibi beş vakit secdede ruhu…
Nun. Kaleme ve yazdıklarına and olsun…
Allah'ın insanlığa ilk emri “Oku” dur.  Kalem de okumak gibi üstün ve önemli...  Yazmak ve okumak,  dünyada bilginin yayılmasıdır. En güzeli de Yaratan’ı bilmektir. Hat eğitiminde talebeye verilen ilk yazı dersi Rabbim işimi kolaylaştır, güçleştirme, Rabbim bu işi hayırla tamamla (Rabbiyesir vela tuassir Rabbi temmim bil-hayır) yazısıdır. Daha sonra tek tek harflerin nasıl yazıldığı öğretilir. 


    Yukarıda gördüğünüz  yazı, hat eğitiminde hocanın talebesine verdiği ilk derstir; "Rabim zorlaştırma,     kolaylaştır.Bu işi hayırla tamamla." Bu dersi geçen hat talebesi, eğitimine harfleri yazmaya başlayarak devam eder.


Bundan sonra yazan için, yazılan her harf “Allah’ın rızasını kazanmak için” edilen bir duadır. Hat dua demektir. Edep demektir. Sabrın sanat halidir…  Nokta nokta, harf harf, ahenk içinde, “Oku” diyeni sevmektir… 
Hat, ruhani bir hendese, özlenen sonsuzluk kapısını açan bir sanattır.  Sanat ve bilimin yazı halidir. Nice abideler, nice kabirler, nice çeşmeler, nice kitaplar, bilgiler, belgeler onunla taçlanmıştır.  Hat, ilhamı Allah’tan, güzelliği hattatının ruhundan alandır…
Hattatın muhtevası ise tevazudur, tevekküldür, gayrettir. Hattatın kalbi şeddeli atar. Yazarken öyle bir hâl içindedir ki  Rabbiyle beraberdir, huşu içinde ibadet halindedir… Hattat için meşk ederken kalemin çıkardığı ses, dinlediği en güzel musikidir.
Hattatın, kalemi kamıştan, kağıdı ağaçtan , mürekkebi kurumdan, meşki ise yaratanın sevgisindendir… Hat mürekkebinin özü kurumdur. Kağıt yansa da yazı kalır. Çünkü kurumdan yapılan mürekkeple yazılmıştır. Kurum, zaten daha önce yanmıştır…
Hattat “hiç” olmak için… İs “mürekkep” olmak için…  Kamış, “kalem” olmak için, kağıt da “yazılmak” için uzun ve zahmetli bir terbiyeden geçer.
Hat sanatının temellerini öğrenmek kişiye göre değişir. Hat talebesinin eğitimi tamamlanınca, hocası tarafından izin belgesi verilir. Buna icazetname denir. İcazetname verilmemiş bir hat talebesi hattat sayılmaz ve eserini imzalayamaz.
Hat sanatının birçok inceliği vardır. Yazarken nefes alıp vermek bile çok önemlidir. Hattat, her bir harfi yazarken nefesini tutar. Bunun sebebi ise nefes alıp vermemizi sağlayan Allaha şükrün yanı sıra harfin kaidesinin tam olarak yerine ve düzenli olarak oturmasıdır.
Hat sanatı kalple yapılan manevi bir yolculuktur. Bu yolculuk sırasında hattatı her adımda en güzel olana, en iyi olana yaklaştırır. Her hattat en güzel yazıyı yazmak ister.  Yazının güzel, eksik ya da kötü olması hattatın manevi  haliyle de ilgilidir. Bu nedenle hat, sanat olmasının yanı sıra, nefs terbiyesi için verilen bir mücadeledir.
Hat sanatı, sanatçının kendi yorumunu katmadığı tek sanattır. Kendinden katmaya çalıştığı  tek şey; Allah’a beslediği sevgidir. Hat sanatının figürü harflerdir. Harfleri yorumlanmaz.

Hattatların harflerle ilişkisi, harflere olan sevgisini anlamak için hattat olmak gerekir. Harflerin birbiriyle ahengi hattat için çok önemlidir. Bu, hat sanatının en önemli özelliklerindendir.

Kur’an harflerin güzelliği sadece hattatları değil, okuyanı da, bakanı da kendine bağlamıştır.  Şairler, harflerden ilham almış harfleri kendi haline uygun benzetmeler için kullanmıştır. Örneğin; Dal harfini, aşkından beli bükülmüş  bir şaire, Cim harfini sevdiği kişinin  zülfüne benzetmiştir. Fakat hattatların harflerle olan ilişkisi  şairlerinkinden çok farklıdır. Onların harflerle olan ilişkisinde sonsuz olan ilahi aşk vardır. Onlar her harfi ayrı ayrı severler. Örneğin; “Allah” isminin ilk harfi olması, kendinden sonra gelen hiçbir harfle birleşmemesi nedeniyle Elif harfini ayrı severler…  Elif harfi, her zaman diktir, eğilmez bükülmez…
Hattatın harflere olan sevgisi elbette eserlerine yansır. Bazı eserlerinde sadece tek bir harfi yazar. Mesela , Vav  harfi  onlardan biridir. Yan yana vavlar, karşı karşıya vavlar, içi içe girmiş vavlar hep hattatın harfle olan ilişkisinin eseridir.
Nun harfi ise ayrı güzeldir. İçinde mürekkep olan hokkaya benzer… 
Kur’an-ı Kerimde kalem, mürekkep, okumak, yazmak ve bilmek konusunda ayetlerin olması hat sanatının yayılmasında etkili olmuştur. Yine aynı sebeple, İslam kültüründe de hat sanatı üstün tutulmuştur.
Hat sanatında,  harflerin yazılış biçimlerine, büyüklüklerine  göre  değişen nesih, sülüs, rikaa,ta’lik vs. gibi yazı çeşitleri vardır. 

Hattatların karalamaları bile sanat eseridir. Karalamalarda da nokta ölçüsüne dikkat edilir. Harf  noktayla başlar. Yazıdaki güzellik, ölçü noktadadır. Hattın  her noktasında bir gayret vardır.  Noktalar harfleri, harfler kelimeleri, kelimeler ayetleri, ayetler Kur’an-ı Kerim’i oluştururlar. Kur’an, insana nasıl olması gerektiğini öğretir. Kur’an, bilmektir. Hat, yazıdır. Hattat yazandır. Yazdıran; Allah’tır…
Ve hat, yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem, bütün denizler mürekkep olsa yine de Allah’ın sözlerini yazmaya yetmeyeceğini bilmektir…

Hattı Bilmek Haddi Bilmektir!
Niceleri gönül vermiştir bu sanata, kaçı erkek kaçı kadın… Hatta üstün olan, ne erkektir ne kadın. Üstün olan, yazan değil yazdırandır. O’dur Rana, O’dur Mana. Selam olsun, dili mürekkep yalayan, eli kalem tutanlara….